Given an infinite universe and infinite time, all things will happen. That means that every event is inevitable, including those that are impossible. And it's as good an explanation for all of this as anything else. Now, a lot of stories start in bars, so that's where we're going to start this one. Not because I was there - I wasn't. But because it's a damn good introduction to a very unique... fellow.

Perşembe, Ağustos 30, 2007

sevgilimi ösledim,
sevgilimle birlkte olmayı ösledim,
sevgilimle birlikte olmayı öslemeyi öslemedim..

Perşembe, Ağustos 23, 2007

g

hayatımda biri vardı (ki hala var) onu bana tanımlayın derseniz evet bunu size yapabilirim. o kesin ve net karakter özellikleri olan, bana benzeyen ama birşeylerin onu her zaman eşsiz kılacağı bir insan. size onun diğer bütün insanlardan farklı olduğunu bazı değişik tanımlar yaparak beyan etmek istemezdim ama konu o olunca değinmeden geçemicem. o gerektiği yerde gerektiği şekilde davranmasını bilen ki bu yeterince farklı bi özellik oluo, biri.. dışardan bakılınca normalmiş gibi gözüksede limonata ve limonlu cheesecake i birlkte yemeği tercih eden ya da istediği zaman başlayıp istediği zaman bitirebilme özelliğine sahip ve bu zıt durumlara uyabilen biri. şikayetsiz, bazen şımarık ama dinleme zamanı gelince gözlerini açıp karşısındakine annat diyebilen biri. bütün bu özelliklerini üzerine bir kıyafet gbi giydiripte yakıştran bir insan daha tanıyabilcenizi sanmıoum, en azından bu yaşantımızda..
biz onunla her zmn aynı şeylerden bahsederiz, ama bunlardan size bahsetmem olası deel çnku anlamassınız bu konuşulanları, çnku onunla bahsettimiz aynı şeylerle sizinle bahsetimiz aynı şeyler ayrı. olsun anlat değişiklik olur derseniz,kısaca karşılık olarak size diyebilceem şey şudur ki onunla bahsettimiz şeyler size anlatabilceem türden şeyler deel, aşar belki sizi, ya da bizim seviyemize düşemessiniz, orası bize özel bi seviye bunun için bahse girerim. kumar oynamayı çok sevmem ya da kumarbaz deelim ama zarlara karşı buuk bir zaafım var..

eski günlerin ardından

"anımsar mısın, bunu bilemiyorum. kokun nasıldı diye düşünmüyor değilim bazı zamanlar, ancak bir an geliyor, yeryüzündeki en keskin bıçak alnıma, iki gözümün ortasına saplanıyor. hani ben bazen yapardım, biliyorsun sen, birbirinden alakasız, kısa, yarım hikayeler yazardım, bir yazıda ordan oraya atlardım. bugün kendi hikayelerimi yazmak istiyorum birbirinden alakasız, kısa, yarım. kendimde ordan oraya atlamak istiyorum bugün. ne çıkar, biliyorsun. paragrafları ve satır başlarını da sevmem ben, onu da biliyorsun. balık ağları, tekneler, plastik toplar ya da ince belli çay bardaklarını geride bırakmak olmayacak asıl zor olan. yerlerine iki katli kirmizi otobüsler, kirmizi telefon kulübeleri ve kocaman metro oyalar bir süre beni, sonrasını bilemem. yoruldum ben, olmadık zamanlarda çat diye hissettiriyor bana kendini bu yorgunluğum. senin bundan haberin yok, hiç bir şeyden haberin olmadığı gibi, olmasını ister miydim, bilmiyorum. şu durumdan dolayı asla şikayet etmediğimi bilirsin, aksi söz konusu olsa belki de gerçekten altından kalkamayacağımız yaralar alacak, parçalanacak, bu dünyanın saçmalıklarına yenilip arkamızda hiç bir artık bırakmadan kaybolacaktık. o, dünyanın en güzelini fotoğrafını belki bir tek. şimdi de bilmiyoruz daha farklı olup olmayacağını, zaten bunun üzerine pek düşündüğümü söyleyemeyeceğim bu günlerde ve aslında bir süredir. camın içine kaktüs koymak, yine aynı camın içine kedi dadanmasını istediğim için mama bırakmak gibi şeylerle ilgileniyorum bir süredir. hayır, seni düşünmüyorum demek değil bu, açıklamama gerek yok bunu, sen anlıyorsun nasılsa. yaşım ilerliyor. hayır, bu kafama taktığım bir şey değil, aksine gözlemledikçe seviniyorum. bir genç kız değilim artık, küçük bir kadınım. değişiyor bakışım kendime ve dolaylı olarak her şeye ve sana da. evet, hala hindistan cevizi yağımı sürmeden yatmıyorum, hala bir şeylerin renklerini değiştiriyorum, bazı şeyler hala aynı evet, tırnaklarım siyah hala, ama işte, değişiyor bazı şeyler de, saçlarım sarı değil artık örneğin, artık sabahın 7 sinde kalkıp okula gidebiliyorum ya da, yürüyerek üstelik, ve dönüşte, rahat çıkabilmem için beni sırtımdan ittiğin o yokuşu, kimse itmeden sırtımdan, tek başıma çıkıyorum. şaşırma bunlara, öyle mi devam edecekti sanıyordun? bir yaşamda hastalıklı olan bir şey varsa, yerinde sayıyor olmaktan geçiyordur kısmi olarak, hep biliyorduk bunları. ve şimdi bu şekilde yoluna girdiyse tüm yaşamım, evet, yokluğuna borçluyum bunu. bu yüzden arkandan, elimde mendille zırlayan küçük bir kız çocuğu gibi koşmuyorum."
artık sevioum, sevgiyi öğrenioum
her taraf o kadar aydınlıktı ki, sanki dünyaya sarı bir camın arkasından bakıyordunuz..
dışarda insanlar oraya buraya gidiolar ama bi an once bu yapışkan havadan kurtulmak için acele ediolardı.. gökyüzüne bakınca tarif edilemez güzellikte bi görüntü vardı, hani şu dostoyevskinin beyaz gecelerinden çıkmış gibi
kafasını odanın içine çevirdi, odanın diğer köşesinde ki aynada kendiyle göz göze geldi, çırılçıplaktı. daha sonra gözleri yatakta sırtı dönük uzanan adama kaydı?
adam mı?
ne demekti bu yabancılaşma? tekrar gözlerini aynadaki yansımasına dikti, dikkatli bakınca gayette seksi gözüktüğünü söyleyebilirdi, içinden yatağa geri donmek geldi biras onceki tüm o duyguları tekrar yaşamak.. ama hava o kadar sıcaktı ki insanın içinden sevişmek bile gelmiodu, sigarasını arandı ve bir kez daha boş paketle karşılaştı.. şimdi oyalancak hiçbişeyi kalmamıştı, dışarıyı seretmeye devam etti. güneş giderek odayı daha da fazla ısıtmaya başlıyordu, artık durduğu yerde terlemeye başlamıştı.
bi anda sevgilisinin ters dönmüş ve onu seretmeye başlamış olduğunu farketti, onunla bir kez daha sevişmek istediği besbelliydi, hava sıcaktı ve bi kaç saat sonra orayı terketmeliydi, evine donmesi gerekiyordu. hemen yanındaki sandalyenin üstüne koyduğubi bardak soğuk suyu hiç düşünmeden üstüne boşalttı, bu hareketinin onu daha fazla sekse yönelticeğinin farkındaydı..
adam ayağa kalktı ve ona doğru yürümeye başladı. tavandan yere kadar camlar, tamamen açık perdeler umrunda bile değildi onu boynundan opmeye başladı, hafifçe havaya kaldırdı ve pencerenin onune oturttu; o ise onun yavaş yavaş içine girmesine izin verdi..

Perşembe, Ağustos 02, 2007

geri dönüşler

insanlar bazen ne kadar yıkıcı olabiliolar,
ne kadar sorumsuz,
ne kadar düşüncesiz..

bazıları sadece kendi çıkarlarını ya da kendi hazlarını düşünüolar, ilerisine bakmadan "öteki"ni düşünmeden..

bazı anlarda sadece aklınıza geldiğinde bile ağlamak gelir ya içinizden işte böyle bu da.. düşüncesizlik ve aptallık. hani haksızlığa uğramışsınızdır ama elinizden hiç bişe gelmez birasda böle bişe
peki kendimize baktımızda? belki bizim yaşadıklarımız kadar ağır deel ama, biz hiç yıkıcı, sorumsuz ya da düşüncesiz olmadık mı?
bazı sabahlar sadece annenizle yanyana yatmak isterken hani şu "anne sıcaklığı"nı almak isterken annenizin size laf sokmalarını dinlemediniz mi? hojlandınız o cocuk size kızarkadaşından bahsederken, size onu anlatırken siz kötülemeye başlaıp o sivri ucunuzu onun beynine sokup bazı şeyleri "yıkmadınız" mı?

Hakkımda